25 Kasım 2011 Cuma

Bu Yazlık Tam Bizlik

  Avrupa Yakası’nda meziyetlerini bir bir sergileyen Gülse Birsel’i ilk defa okudum itiraf ediyorum. Hoş, vakit vardı da biz mi okumadık! Nişantaşı’nın kalemi düzgün, dili sivri yazarından kendine yakışır; iğneleyici, tatlı sert ve en güzeli de açık sözlü cümleleri, monoton bir metrobüs yolculuğunu fazlasıyla eğlenceli hale getirebiliyor.
  Meğer kitaplığımda ne değerli kitaplar varmış okunmayı bekleyen. Yazlık, bunlardan sadece biri. Aylar öncesinden raftaki yerini alan ama bir türlü sayfalarını karıştırmaya fırsat bulamadığım kitap ne yazık ki bitti. Acaba Gülse Birsel’e mektup yazsam ve Yazlık’ı seri halinde yayınlamasını  istesem ne tepki verir: Yazlık , Yazlık 2…
  Biz kitabın türevlerini beklerken, eldekinden söz açmakta fayda var. Bir kere, bu kitap başıma çok kez bela olsa da bir türlü bırakamadım. Evet evet, ikinci itirafım geliyor. Kitabın kapağını gazeteyle gizledim herkesten. Utandım, kimseye diyemedim… Yahu şu kitap kapaklarını unisex hazırlasalar ne olur sanki. Bir kere kapak tasarımı ve grafik pembe renk ağırlıklı. Arka kapağı çevirsen, masum bir ördek size nanik yapıyor. Ee ne var bunda demeyin, tıkış tıkış metrobüste çantanızdan bu kitabı çıkarmak o kadar da kolay değil. Ama durun, bu kitaptan çok şey öğrendiğimi de söyleyeyim. Mesela UGG. “Uymasa da giyer gezinirim” başlığıyla, bayanların çok sık tercih ettiği ve kendilerini olduğundan daha bodur gösteren tuhaf ayakkabı türüne dil uzatıyoruz beraber.  UGG’u anlamış değilim. Bir pazarlamacı, bir kadına plajda içi miflonlu çizme giydirebiliyorsa, o adamın alnından öpmek lazım. Ayağında UGG gördüğüm her kadınla ilgili benim aklıma ilk olarak şu geliyor: “Terli ayak!” Etrafımda yüzlerce kadının giydiği bu anlamsız şeye, kitaptan sonra daha bir rastlar oldum ve vapurda, havada ve karada ne zaman UGG görsem benim de aklıma ilk şu geliyor: “Terli ayak!”
  Yazlık’ın en çok beğendiğim bölümlerinden biri de “Üşenme, erteleme, vazgeçme…” Bir zamanlar insanlar sabah kalkıp ofislerine, tarlalarına, bahçelerine, fabrikalarına gidip gerçekten de yemek ve çay molası hariç çatır çatır çalışırlar, akşamüstü evlerine dönüp keyif çatarlardı. Mesai saatleri uzadı, ofis çalışanları çoğaldı, bilgisayarlar çıktı, internet çıktı, sonra da bilgisayarsız hayat, hayat olmaktan çıktı! Bu anlatılanlar sizin de başınızdan geçiyor değil mi? Ne zaman şirket dışı toplantılar yapsanız, muhabbet hep iş olmuyor mu? Bu kadında iş var demiştim. Yeri geliyor gülüp geçiyor, yeri geliyor bozuk düzene hooop dur demeyi deniyor. Yazarın da bahsettiği gibi, özel hayat iş hayatına; iş hayatı özel hayata müdahil oluverdi gitti. Mesleki hayatla sosyal hayatın yakından akrabalığı, insanı bedensel ve ruhsal bunalıma itiyor. Zaten bundan değil midir ki Twitter’a dün akşam gittiğim filmle ilgili değerli izlenimlerimi koyayım derken, akşam olur!
  Benim okumakta geciktiğim ve aslında zamansız okuduğum Gülse Birsel’in okuruyla şakalaştığı bu kitap, tekrar dönüp karıştırılacak denemelere sahip. Hayatımıza Burhan Altıntop’u katmayı başaran bu senarist kızımız, bakalım kara mizaha dair daha neler yazacak. Hepimizin yaşadığı ama yastık altında sakladığı olayları gün yüzüne çıkarmak için okumalısınız: Yazlık.
  Yazlık: Gülse Birsel, Turkuvaz Kitap.

http://yavuzyavuzerkoleksiyon.blogspot.com.tr/ 
http://hicligeprova.blogspot.com.tr/ 


19 Kasım 2011 Cumartesi

Seyit Göktepe'nin Defter ve Çikolata'sı

  Defter ve Çikolata, Hulki Aktunç’un da belirttiği üzere; “öykücülüğümüzün gerilim noktası”. Biraz daha ileri giderek, okuduğum bu eserin, melankolik biyografiler toplamı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

  Birden fazla insan manzarasıyla, toplumun sosyal var olma sebeplerine inebilen ve değişen şartların insana etkilerini inceleyen yazar, zaman zaman ilk ağızdan verdiği tavsiyelerle de okuru bilinçlendirme çabasında. Üstelik Seyit Göktepe bu önerilerini, gerçek hayattan kesitler eşliğinde protest bir dil kullanarak uygulanabilir kılmayı başarıyor.

  Sınav gecesi çok önemli-bunu sakın unutmayın! Uykusuzluk en büyük düşmanınız olabilir-tam bir kahvaltının da öneminin farkında olun.

  Kitabın bir diğer dikkat çeken yanı da şiirsel metinlerle örülü olması. Her an her yerde bir şaire ya da dizelere rastlamak mümkün. Şiirin, bir öykücüde bu denli kullanılabilir olması, ancak yazarın öykü dışındaki edebi türlere de olan hakimiyetiyle açıklanabilir. Geçtiğimiz yıllarda Yokuş Edebiyat dergisi için bir araya geldiğim genç öykücü arkadaşım Nazlı Karabıyıkoğlu, “şiir yazıyor musun” soruma, ”şiirden ilham aldığım için bol bol okuyorum; ama yazabildiğim pek söylenemez” demişti. Şairlerin öykü ve romandan ilham alması neyse, bir öykücü ya da roman yazarı da şiire başvurabiliyor hayal dünyasını esnetebilmek adına.

  sessiz/bir ırmaktı/akardı/düşlerimle/aramda/bütün karanlığı/yasıyla…

  Geçmişte yaşanmış ve yaşanamamış birçok duygunun hayata etkisinin anlatıldığı kitapta; yalnızlık, duygusallık ve geçmişe özlem başlıca temalar arasında. Eser, eksilmeler ve pişmanlıklar bütünü diyebiliriz bir bakıma. Gençlikler bitiyor. Çocuklar gibi. Sen hep, bir doyasıya yaşanamadan tükenip gitmiş çocukluktan bahsediyorsun diyen yazar, her seferinde tek başınalığı tercih ediyor. Bu bağlamda, birçok önemli öykünün yer aldığı kitapta, özellikle Güz Yalnızlığımın Tek Şarkısı adlı depresif metni tavsiye edebilirim.

  Her şeyden kaçıyorum. Gençliğimden, rüzgarlardan, akşamlardan, sislerden, güneşten, yıldızlardan, gecelerden, hatıralardan… Her şeyden, her şeyden!

  Gözlerimde, ellerimde, saçlarımda yağmur damlaları!
  Güz,
  Yalnızlığının son şarkısı!

  Yer yer hayata çocuksu sevinçlerle bakmayı da deneyen Göktepe, okurunu da şaşırtmayı ihmal etmiyor. Bazen, yazar da sokaklara inmeyi istiyor; çocukların uçurtmalar peşinde koştuğu, kapınızın önünde oynayın kovuşturmalarından uzak, hep kalabalık hep sıcak sokaklara... 38. sayfaya göz atmaya ne dersiniz: Bakın sokaklar ne kadar da güzel bugün. Renk renk. Kıpır kıpır. Bardağımdaki şu rakı bile bunca yılın rakısı değil de sanki; insanı coşkulara, sevinçlere çeki çekiveren büyülü, değişik, tuhaf bir şey, böyle adlandıramadığım bir şey gibi. Şerefe! Sağlığımıza!

  En başından itibaren bunalım ve yalnızlık içerikli bir geçitten bahsettik. Ergen bir isyan da göze çarpmıyor değil, olgun düşünce sahasında. Yazar, doğruları kendinden yola çıkarak ve belki de yine biraz kendi başına kalarak öyle sade ve kestirmeden dile getirmiş ki, son sayfaya kadar Seyit Göktepe’nin her an yeni bir sürpriz yapacağından korkuyorsunuz. Ya yine kapanırsa içine ya gömülürse kendi kabuğuna… O zaman içinizi ferahlatacak bir ayrıntı daha! Yazarın kitabın bazı aşamalarında en iyi yaptığı şey, hayatı sorgulamak. Karşılığında aldığı cevap ise duymak istemeyeceğimiz türden. Hayat, yaşananlara karşı insana ne veriyor?

  Defter ve Çikolata! İyi ki okudum.

  Defter ve Çikolata: Alkım Yayınevi, Seyit Göktepe*