Avrupa Yakası’nda meziyetlerini bir bir sergileyen Gülse Birsel’i ilk defa okudum itiraf ediyorum. Hoş, vakit vardı da biz mi okumadık! Nişantaşı’nın kalemi düzgün, dili sivri yazarından kendine yakışır; iğneleyici, tatlı sert ve en güzeli de açık sözlü cümleleri, monoton bir metrobüs yolculuğunu fazlasıyla eğlenceli hale getirebiliyor.
Meğer kitaplığımda ne değerli kitaplar varmış okunmayı bekleyen. Yazlık, bunlardan sadece biri. Aylar öncesinden raftaki yerini alan ama bir türlü sayfalarını karıştırmaya fırsat bulamadığım kitap ne yazık ki bitti. Acaba Gülse Birsel’e mektup yazsam ve Yazlık’ı seri halinde yayınlamasını istesem ne tepki verir: Yazlık , Yazlık 2…
Biz kitabın türevlerini beklerken, eldekinden söz açmakta fayda var. Bir kere, bu kitap başıma çok kez bela olsa da bir türlü bırakamadım. Evet evet, ikinci itirafım geliyor. Kitabın kapağını gazeteyle gizledim herkesten. Utandım, kimseye diyemedim… Yahu şu kitap kapaklarını unisex hazırlasalar ne olur sanki. Bir kere kapak tasarımı ve grafik pembe renk ağırlıklı. Arka kapağı çevirsen, masum bir ördek size nanik yapıyor. Ee ne var bunda demeyin, tıkış tıkış metrobüste çantanızdan bu kitabı çıkarmak o kadar da kolay değil. Ama durun, bu kitaptan çok şey öğrendiğimi de söyleyeyim. Mesela UGG. “Uymasa da giyer gezinirim” başlığıyla, bayanların çok sık tercih ettiği ve kendilerini olduğundan daha bodur gösteren tuhaf ayakkabı türüne dil uzatıyoruz beraber. UGG’u anlamış değilim. Bir pazarlamacı, bir kadına plajda içi miflonlu çizme giydirebiliyorsa, o adamın alnından öpmek lazım. Ayağında UGG gördüğüm her kadınla ilgili benim aklıma ilk olarak şu geliyor: “Terli ayak!” Etrafımda yüzlerce kadının giydiği bu anlamsız şeye, kitaptan sonra daha bir rastlar oldum ve vapurda, havada ve karada ne zaman UGG görsem benim de aklıma ilk şu geliyor: “Terli ayak!”
Yazlık’ın en çok beğendiğim bölümlerinden biri de “Üşenme, erteleme, vazgeçme…” Bir zamanlar insanlar sabah kalkıp ofislerine, tarlalarına, bahçelerine, fabrikalarına gidip gerçekten de yemek ve çay molası hariç çatır çatır çalışırlar, akşamüstü evlerine dönüp keyif çatarlardı. Mesai saatleri uzadı, ofis çalışanları çoğaldı, bilgisayarlar çıktı, internet çıktı, sonra da bilgisayarsız hayat, hayat olmaktan çıktı! Bu anlatılanlar sizin de başınızdan geçiyor değil mi? Ne zaman şirket dışı toplantılar yapsanız, muhabbet hep iş olmuyor mu? Bu kadında iş var demiştim. Yeri geliyor gülüp geçiyor, yeri geliyor bozuk düzene hooop dur demeyi deniyor. Yazarın da bahsettiği gibi, özel hayat iş hayatına; iş hayatı özel hayata müdahil oluverdi gitti. Mesleki hayatla sosyal hayatın yakından akrabalığı, insanı bedensel ve ruhsal bunalıma itiyor. Zaten bundan değil midir ki Twitter’a dün akşam gittiğim filmle ilgili değerli izlenimlerimi koyayım derken, akşam olur!
Benim okumakta geciktiğim ve aslında zamansız okuduğum Gülse Birsel’in okuruyla şakalaştığı bu kitap, tekrar dönüp karıştırılacak denemelere sahip. Hayatımıza Burhan Altıntop’u katmayı başaran bu senarist kızımız, bakalım kara mizaha dair daha neler yazacak. Hepimizin yaşadığı ama yastık altında sakladığı olayları gün yüzüne çıkarmak için okumalısınız: Yazlık.
Yazlık: Gülse Birsel, Turkuvaz Kitap.
http://yavuzyavuzerkoleksiyon.blogspot.com.tr/
http://hicligeprova.blogspot.com.tr/
http://yavuzyavuzerkoleksiyon.blogspot.com.tr/
http://hicligeprova.blogspot.com.tr/